POZİTİF DÜŞÜNCE
ESREF-i MAHLUKAT
Allah Teâlâ Kur’an-ı mübin’de Tegabün süresi 3. ayette mealen şöyle buyuruyor:
“Zira gökleri ve yeri hak ile yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı.”
Evet, Allah Teâlâ insanoğlunu en güzel bir surette yarattı. Tin suresi 4’te “Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık” buyuruyor. Allah Teâlâ insanoğlunu hem sureten hem sireten, iç âlemiyle dış âlemiyle, dış görüntüsüyle iç haliyle en güzel biçimde yarattı. O’nu kendisi için yarattı. İnsanlar kendisini tanısınlar, O’nun varlığı, birliği karşısında saygıyla eğilsinler, O’na layık-ı veçhile kulluk yapmak için gayret etsinler diye nice nimetler ihsan etti. İnsanoğlu mahlûkat içinde vücut yapısı bakımından en güzel biçimde yaratılmıştır. Ayrıca insana, en büyük nimet olan akıl verilerek diğer mahlûkattan üstün kılınmıştır. Böylece insan Allah indinde şerefli bir yere yükselmiştir. İsra suresi 70. ayette şöyle buyruluyor;
“Biz insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerine güzel güzel rızıklar verdik. Yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”
İnsanoğluna şan ve şeref veren, onu diğer mahlûkattan üstün kılan Rab Teala ve tekaddes hazretleridir. Öyleyse kula düşen, kendine bunca nimetler veren Rab Teâlâ hazretlerine layık-ı veçhile kulluk etmektir.
Değerli Müslümanlar!
Allah Teâlâ insana bu nimetleri verdi, bu imkânları bahşetti, şan şeref sahibi yaptı, üstün kıldı. Böyle nimetlere mazhar olan insan, elbette başıboş bırakılmadı, çeşitli vazifelerle muvazzaf kılındı. Din-i mübin-i İslam esaslarına uygun bir şekilde yaşamak ona vazife olarak verildi. Bu sebepten inanan her insan için, önce Rab Teala’yı tanımak, O’nun yanında hiçliğini idrak etmek, iyiliğin, kötülüğün tarifini O’nun kitabında bulmak ve ona göre hareket etmek mecburiyeti vardır. Herkes kendine göre iyi-kötü tarifi yapamaz. Kendi aklına göre hareket edemez. Akıl insana, doğruları algılamak, kötüleri fark etmek için nimet olarak verilmiştir. Yoksa putlaştırılırsa, Allah’ın emir ve nehiylerinin önüne geçirilirse işte o zaman o akıl insanı felaketten felakete götüren bir musibet olur. Allah Teâlâ bizler için sınırlar, hudutlar çizmiştir. O sınırlara ve hudutlara tecavüz eden insan, Allah’a isyan eden, tuğyan eden bir konuma düşmüştür. Allah’a isyan eden, tuğyan eden, verilen nimetlere küfran-ı nimet yapan kişiler ise büyük bir ziyanda ve hüsrandadır. Hayatın gelip geçici imkânlarına aldanan, gençliğine, malına, mülküne, makam ve mevkiine aldanan insanlar çok ciddi bir kayıp içindedirler. Çünkü onlar ebedî saadeti kaybeden zavallılardır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Hureyre radıyallahu anhtan rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor:
“Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Lakin kalplerinize ve amellerinize bakar.”
Evet, sureti yaratan, bizi bu şekle bürüyen ve mal mülk sahibi eden Allah’tır. Varlık âleminde ne varsa hepsi O’nundur. Bizdeki var olan her şey bize Allah Teâlâ’dan bir emanettir. Öyleyse suretimizle, mallarımızla, makam ve mevkiimizle övünmek akıllı bir iş değildir. Zavallılıktır. Allah’ın iltifat etmediği şeylere iltifat etmek, inanıyorum, “müminim” diyen bir insanın yapabileceği bir şey değildir. Allah kişilerin kalplerine nazar ediyor, amellerine bakıyor. Evet, kalpte güçlü bir iman varsa, iyi niyet varsa, güzel ahlak varsa işte o kalp Allah’ın nazargahıdır. Amellerimiz, hep güzel, salih amellerse; Allah Teâlâ’nın emrettiği işleri yapıyorsak işte Allah’ın yanında bu ameller makbuldür. Ve sahibini Allah indinde şerefli kılmıştır. Eğer kalbimiz bozuksa kötü kötü niyetler, kötü kötü düşünceler, kötü kötü ahlaklarla bir mezbelelik haline getirilmişse inkâr, küfür ve nifakla dolu ise işte böyle bir kalbin sahibi, Allah’ın men ettiği amellere sahip olan bir vücut ve vücudun sahibidir. Bu kalbin sahibi, Allah indinde kınanan Rasulullah’ın lisanında lanetlenen bir kişidir.
Değerli Müminler!
Allah Teâlâ Bakara suresi 110. ayette, “şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı görür” buyuruyor. Âl-i İmran 15. ve 20. ayetlerde; “Allah kullarını çok iyi görür.” buyruluyor. Nisa suresi 58. ayette ise “Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.” buyrulmaktadır.
Evet, kalplerimizde gizlediklerimizi kullardan saklayabiliyoruz. Kötü niyetlerimizi, kötü düşüncelerimizi gizleyebiliyoruz. Ama bizi yaratandan saklamak ne mümkün? Kaldı ki bizim bütün beklentilerimiz Rabbimiz Teâlâ Hazretlerinden olmalıdır. Kullardan beklediklerimiz bizi bir noktaya getiremez. Belki şaşırtır, belki saptırır.
Değerli Müminler!
Kişi önce düşüncesini, kalbini, niyetini düzeltmeli. Eğer insan düşüncesini düzeltemiyorsa, niyetini düzeltemiyorsa onun amelinin düzelmesi, ahlak-ı hamide sahibi olması mümkün değildir. O’nun kalbi bozuk, niyeti bozuk, düşünceleri bozuk olduğu halde azalarından bazı iyi gibi görünen haller zuhur etse bile o insan, asla ve asla bu zahirî görüntüsüyle kurtulamaz. O nifak içindedir. İçi başka dışı başka bir münafık durumundadır. O’nun için müminin Allah’ın baktığını yani kalbini ve amellerini temizlemesi lazımdır. Güzel amel işlemesi gerekir. Kötü amellerden, kötü işlerden, kalbini azad etmesi gerekir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor;
“Uyanık olun! Cesette bir et parçası vardır. O düzeldiğinde bütün ceset düzelir. O bozulduğunda bütün ceset bozulur. Haberiniz olsun o, kalptir.”
Evet, değerli Müminler!
Kalplerimizi düzeltmeliyiz ki, bütün azalardan salih ameller zuhur etsin. Allah Teâlâ bizim ne makamımıza, mevkiimize bakıyor, ne malımıza mülkümüze bakıyor, ne suretimize bakıyor. Çünkü bunların O’nun katında bir kıymeti yok. Yalnız kalbimize, kalbimizdeki niyetimize bakıyor, imanımıza bakıyor, amellerimize bakıyor. Salih mi? İhlâslı mı? İyi mi? Ona bakıyor, onunla hakkımızda hüküm veriyor.
Hayatını içkiyle, kumarla, zinayla, çeşit çeşit kötülüklerle geçirmiş, Allah’ın ayetlerini hiçe saymış, Kur’an’a şöyle bir olsun ne var, Allah Teâlâ burada ne emrediyor ne nehyediyor diye bakmamış olan insanlar, ahiret hayatı için azaptan başka ne bekleyebilir.
Değerli Müminler!
Olanlardan ibaret almak akıl işaretidir. Olanlardan ibret almadan inatlaşarak hâlâ şirkinde, küfründe inat edenler felaketin en kötüsünü yaşayanlardır. Hz. Âdem aleyhisselamdan zamanımıza kadar bu yaşlı dünya kimlerle dolmadı ki. İyisiyle, kötüsüyle, zalimiyle, mazlumuyla nice insanları konuk etti, sırtında taşıdı. Fakat şu anda onların hepsini içine almış, onları kendi içinde eritmiştir. Bedenleri erimiştir fakat hâlâ ruhları diridir. Ya cennette ya da cehennemdedirler. Onun için mümin, geleceğini düşünüp ahiret hayatına hazırlanan insandır. Geçiciyi daimi olana tercih etmeyen insandır. İşte akıllılık budur. Akılsız insan ise dünyaya tapan, Allah’a isyan ve tuğyan eden ve sonra da Allah’tan rahmet dileyendir. Sen hayatın boyunca Allah’a isyan et, tuğyan et hatta şirk ve küfür içerisinde yaşa, sonra da Allah’tan rahmet bekle. Bu, akılsızlığın belasıdır. Akıllı insan ise Rab Teâlâ Hazretlerine bütün samimiyetiyle kulluk etmeye çalışan, insan olarak, beşer olarak, hata ve kusurları için Rabbinin huzuruna varıp secdelere kapanarak gözyaşlarıyla tevbe ve istiğfar eden, yapmış olduğu hatalardan nedamet duyan, dünyada müspet ya da menfi olan olaylardan kendisi için ibret alanlardır.
Değerli Müslümanlar!
Rad suresi 28. ayette Allah Teâlâ şöyle buyuruyor;
“Onlar, Allah’a iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla sükûnet bulur.”
Evet, demek ki kalbî huzurun ilacı burada. Allah’ı anmak, her an O’nu hatırlamak, her an O’nun yüce kudreti karşısında hiçliğini idrak etmektir. İşte o zaman kalp sükûnete erer, huzura erer. Bugün nice maddî imkânlara sahip olan, nice makam ve mevkii işgal etmiş olan insanlar hep tedirgin, hep huzursuz yaşarlar. Niye? Şayet onlar bu sahip oldukları imkânların kendilerine Allah tarafından bahşedildiğini, dolayısıyla bu imkânları Allah yolunda kullanmaları gerektiğinin idraki içinde olsalardı, o makamlar mevkiler, o mallar mülkler, imkânlar onlar için bir nimet olurdu. Ama onlar bu mal, mülk ve imkânlarını Allah yolunda kullanmadıkları, Allah’ın kendilerine bir lütfu olduğuna inanmadıkları için bu kadar dünya imkânlarının içinde asla huzur bulamazlar, asla sükûnete eremezler. Onlar hep tedirgin ve ürkek yaşarlar.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kalbine üç defa işaret ederek; “Takva buradadır, takva buradadır” buyurmuştur. Evet, insanın takvası kalbindedir. Onun için kalbin düzelmesi gerekir. Kalbin temizlenmesi demek, onu bütün kötü vasıflarından, kötü niyetlerden, ucub, kibir, haset, riya, yalan gibi ahlak-ı rezileden temizleyerek en iyi ve en güzel vasıflarla süslemektir. Bu da Allah Teâlâ’nın men ettiği, yasakladığı bütün kötülüklerden sakınmak ve emrettiği bütün iyi amelleri işlemekle mümkündür. Böylece kalpte takva hâsıl olacak, insan nefsin şomluğundan kurtularak iman ve hikmetin aydınlığına kavuşacaktır.
Değerli Müminler!
Kalpten bir anda gelip geçen kötü duygular ve düşüncelerden insan sorumlu değildir. Fakat bazı düşünceler vardır ki kalbe yerleşir. Nasıl ki, fırsat bulduğu zaman muhakkak o iyiliği yapma niyeti kalbinde yer etmiş insan, bu iyi niyetinden dolayı o ameli yapmış gibi sevap alıyorsa, aynı şekilde kişi kalbine yerleşmiş olan ve fırsat bulduğu anda gerçekleştireceği kötü niyetlerinden de mesuldür. İnsan gelip geçici, bir an için kalbe uğrak verip geçen düşüncelerden mesul olmaz. Ama kalbe yerleşen bir kötülüğü, fırsat bulduğu zaman yapmaya azmetmiş kişiler kalplerine yerleştirdikleri bu kötü niyetlerinden mesul olacaktır. Nitekim Bakara suresi 225. ayet-i kerimede mealen Allah Teâlâ şöyle buyuruyor;
“Allah sizi kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat sizi kalplerinizin azmettiği yeminler yüzünden muaheze eder. Allah gafurdur, halîmdir.”
Ahzab suresi ayet 5’de mealen şöyle buyruluyor:
“Fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah gafurdur, rahimdir.”
Evet, siz kalbinize bir şey yerleştirmişsiniz, bir kötülük yapmaya niyet etmişsiniz ve bunu da sürekli kalbinizde tutuyorsunuz. Fırsat bulduğunuz zaman o kötülüğü işleyeceksiniz. Bu kötülüğü işlemeseniz bile, kalbinizde sürekli bu kötülük bulunduğu ve yapmak için fırsat kolladığınız için günah işlemiş bulunuyorsunuz, buyuruyor Allah Teâlâ.
Değerli Müminler!
Bize düşen, bütün kötülüklerden kaçınmak, salih ameller işlemek ve her türlü kötülüklerden selim bir kalp sahibi olmak için çalışmaktır. Şuara suresi 88 ve 89. ayette mealen şöyle buyuruluyor;
“O gün (yani o mahşer günü, her şeyin inceden inceye sorulacağı, iğneden ipliğe her şeyin gözümüzün önünde konulacağı “oku şu kitabını” denildiği gün, o mahşerin dehşetli halinde) ne mal ve evlat fayda vermez. Ancak Allah’a temiz bir kalple gelenler kurtulur.”
Bazı batıl insanlar “Efendim ben namaz kılmıyorum, oruç tutmuyorum, hacca gitmiyorum, hatta birçok ibadeti yapmıyorum; içki de içiyorum, kumar da oynuyorum, zina da ediyorum, birçok kötülükleri yapıyorum ama benim kalbim temiz” diyorlar. Ne gaflet ne cehalet.
Değerli Müminler!
Kalp temizliği iman-ı yakin ile olur. Kalb-i selime, temiz bir kalbe sahip olmak, imandan sonra kalbin güzel ahlaklarla tezyin edilmesi, iyi niyetlerle süslenmesiyle olur. Kalbinde güçlü bir iman olan, iyi niyet olan insanların ise amellerinde hep güzellikler tezahür eder. Değil kötülükleri yapmak, yakınına bile yaklaşamaz. Siz Allah’a sürekli isyan edeceksiniz, emirlerini yerine getirmeyeceksiniz, nehyettiklerini, men ettiklerini yapacaksanız sonra da diyeceksiniz benim kalbim temiz. Hayır! Böyle bir amel sahibi olanın kalbi temiz olamaz. Asr Suresinde Allah Teâlâ mealen şöyle buyuruyor;
“Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip, salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler kurtulmuşlardır.”
Onlar ziyanda değillerdir. Hakkı tavsiye etmek, sabrı tavsiye etmek, herkese doğruları tavsiye etmek, gerçekleri söylemek; bela ve musibetler karşısında, Allah’ın nehyettiklerini yapmamak ve Allah’ın emrettikleri şeyleri yerine getirme hususunda sabrı tavsiye etmeleri onları kurtarıyor.
Değerli Müslümanlar!
İnsanoğlu Allah’a ibadet etmek, Allah’a kulluk yapmak için yaratılmıştır. Ameller kalp ve azalarla yapılır. Kalbin ameli niyettir. Kalpte halis niyet, lisanda hak söz, azalarda erkan ve adabına uygun iyi ameller olursa o zaman kul gerçekten salih ve sadıklardan olur. Onun için Allah Teâlâ kalbe ve amellere bakar. Halis niyet, riyasız olarak yalnız Allah rızası için yapılan amel, kulu ebedî saadete, cennetin sayısız nimetlerine kavuşturur. Bu, Allah Teâlâ’nın müminlere bir vaadidir. Nisa suresi 122. ayeti kerimede mealen şöyle buyrulmaktadır.
“İman eden ve iyi ameller yapanları, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah o söylenenleri hak bir söz olarak vaat etti. Söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah’tan daha doğru sözlü olabilir.”
Değerli müminler!
İnsan, geçici olanların peşinde koşmamalıdır. İnsan, gençliğin ve güzelliğin, mal ve mülkün, makam ve mevkiin geçici ve aldatıcı görüntülerine bakarak ömrünü gafletle geçirmemelidir. Allah yolunda cihat, müslümanlara hizmet, ukbasını mamur edecek her türlü amel-i sâliha işleyerek Allah’ın rızasını ve vaat ettiği ebedî saadetini elde etmeye çalışmalıdır. Böyle yapanlar akıllıdır. Akılsızlar bunun zıddıyla meşgul olanlardır.